×

Popüler aramalar: Venedik, Roma, Paris, Japonya

Roma Gezilecek Yerler Ve Nerede Ne Yenir

Tarihi yapılarıyla dolu, ebedi şehir. Antik Roma İmparatorluğu'nun kalıntıları ve Barok mimarisinin şaheserleriyle dolu. Her köşesinde tarihin nefesini hissedebilirsiniz.

Şehir İçi Önerilen Rotalar

İşte Roma'ı keşfederken kullanabileceğiniz, adım adım ilerleyen yürüyüş rotaları:

1. Gün: İspanyol Merdivenlerinden Kolezyuma Antik Yürüyüş

Başlangıç: İspanyol Meydanı, Piazza di Spagna, 00187 Roma RM, İtalya

Bitiş: Kolezyum, Piazza del Colosseo, 1, 00184 Roma RM, İtalya

Yürüyerek **43 dakika** (2,2 km)

2. Gün: Vatikandan Santa Maria Kilisesine Uzanan Yürüyüş Rotası

Başlangıç: Vatikan Müzeleri, 00120 Città del Vaticano, Vatikan

Bitiş: Chiesa Nuova di Santa Maria in Vallicella, V. del Governo Vecchio, 134, 00186 Roma RM, İtalya

Yürüyerek **34 dakika** (2,4 km)


Roma: Zamanın Sonsuz Şehri

Roma, tarih boyunca “Ebedi Şehir” olarak anılmış ve dünyanın medeniyet yolculuğunda en önemli duraklardan biri olmuştur. Sokaklarında yürürken, her köşede imparatorların adımları, filozofların fikirleri ve sanatçıların tutkusu hissedilir. Kent, antik çağlardan Orta Çağ’a, Rönesans’tan modern zamana kadar sayısız döneme tanıklık etmiş; her dönemin izini taşıyan taşlarla örülmüştür.

Kolezyum’un ihtişamı, Forum’un siyasi hayatı ve Panteon’un mimari mucizesi, Roma’nın görkemli geçmişine açılan kapılardır. Vatikan’ın kutsallığı, meydanların enerjisi ve dar sokaklardaki yaşam, şehri sadece bir müze değil, yaşayan bir tarih sayfası haline getirir.

Bir gezgin için Roma, yalnızca görülmesi gereken bir şehir değil; geçmişle bugün arasında bir köprü, tarihle soluk alınan bir deneyimdir. İşte Roma'da mutlaka görmeniz ve deneyimlemeniz gerekenler:

Roma Toplu Taşıma Rehberi

Roma'nın geniş toplu taşıma ağı, metro, otobüs ve tramvay hatlarıyla şehrin tarihi ve turistik bölgelerine kolay erişim sağlar. Biletlerinizi metro istasyonlarındaki otomatik makinelerden, gazete bayilerinden (Edicola) veya tütüncülerden (Tabaccheria) temin edebilirsiniz. Toplu taşıma araçlarına binerken biletinizi valide etmeyi/aktive etmeyi unutmayınız.

Başlıca bilet türleri ve yaklaşık fiyatları (fiyatlar zamanla değişiklik gösterebilir, güncel bilgiler için resmi ATAC sitesini kontrol ediniz):

100 Dakikalık Bilet (BIT): 1,50 €
Tek metro yolculuğu ve 100 dakika içinde sınırsız otobüs/tramvay/banliyö treni yolculuğu için geçerlidir.
24 Saatlik Bilet (ROMA 24H): 7,00 €
İlk kullanımdan itibaren 24 saat boyunca tüm toplu taşıma hatlarında sınırsız kullanım sağlar.
48 Saatlik Bilet (ROMA 48H): 12,50 €
İlk kullanımdan itibaren 48 saat boyunca tüm toplu taşıma hatlarında sınırsız kullanım sağlar.
72 Saatlik Bilet (ROMA 72H): 18,00 €
İlk kullanımdan itibaren 72 saat (3 gün) boyunca tüm toplu taşıma hatlarında sınırsız kullanım sağlar.
Haftalık Bilet (CIS): 24,00 €
7 gün boyunca sınırsız toplu taşıma kullanımı sağlar.

Önemli Not: Roma'da toplu taşımaya temassız kredi kartı ile de binebilirsiniz, ancak bu durumda aktarma haklarından yararlanamazsınız.

İspanyol Meydanı: Roma’nın Zarif Buluşma Noktası

İspanyol Meydanı: Roma’nın Zarif Buluşma Noktası

Roma’nın kalbinde yer alan Piazza di Spagna, adını 17. yüzyıldan beri burada bulunan İspanyol Elçiliği’nden alır. Barok mimarinin en zarif örneklerinden biri olan meydan, tarih boyunca sanatçıların, şairlerin ve gezginlerin uğrak noktası olmuştur. Meydanın ortasındaki Barcaccia Çeşmesi, Bernini ailesinin eseri olup 1627 yılında yapılmıştır ve Tiber Nehri'nin taşkınlarını simgeleyen batık bir kayığı tasvir eder.

Meydanı yukarıdaki Trinità dei Monti Kilisesi’ne bağlayan İspanyol Merdivenleri ise 1725 yılında tamamlanmıştır. Fransızların katkısıyla inşa edilen bu zarif basamaklar, zamanla sadece bir geçiş yolu değil, Roma kültürünün simgelerinden biri hâline gelmiştir. Meydanın köşesinde yer alan John Keats’in evi, bugün bir müze olarak şairin Roma’daki son günlerine tanıklık eder. İspanyol Meydanı, geçmişin izlerini bugünün canlılığıyla birleştiren, Roma’nın hem tarihini hem de günlük yaşamını içinde barındıran nadir yerlerden biridir.

Trevi Çeşmesi'nde Dilek Tutmak Ve Suyun Hikayesini Dinlemek

Trevi Çeşmesi'nde Dilek Tutmak Ve Suyun Hikayesini Dinlemek

Roma'nın en görkemli yapılarından biri olan Trevi Çeşmesi, sadece bir su kaynağı değil, aynı zamanda yüzyıllardır dileklerin ve hayallerin buluştuğu efsanevi bir duraktır. Çeşmenin temelleri Antik Roma dönemine kadar uzanır; ilk olarak MÖ 19 yılında, kente su taşıyan Aqua Virgo su kemeriyle bağlantılı bir su kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Bugünkü barok görkemine ise 18. yüzyılda, mimar Nicola Salvi’nin 1732’de başlattığı ve Giuseppe Pannini’nin 1762’de tamamladığı tasarımla kavuşmuştur. Mitolojik figürlerle bezeli bu devasa taş yapı, deniz tanrısı Okyanus’un heykeliyle birlikte doğayla insan arasındaki güçlü ilişkiyi simgeler. Ancak belki de en bilinen yönü, arkası dönük şekilde çeşmeye bozuk para atan ziyaretçilerin dilek dilemesi geleneğidir. Rivayete göre, bir bozuk para atarsanız Roma’ya tekrar gelirsiniz; iki atarsanız bir İtalyan’a âşık olursunuz; üç atarsanız evlenirsiniz. Trevi Çeşmesi bugün hâlâ hem Roma’nın su kültürüne hem de turistlerin hayallerine ev sahipliği yapıyor; taşlarıyla tarihi, sesiyle ise geçmişin fısıltılarını anlatıyor.

Montecitorio Sarayı: Gücün ve Tarihin Sessiz Tanığı

Montecitorio Sarayı: Gücün ve Tarihin Sessiz Tanığı

Roma’nın merkezinde yer alan Montecitorio Sarayı, İtalya’nın siyasi kalbinin attığı yerlerden biridir. Aslen 1650’lerde Papa XII. Innocenzo tarafından mimar Gian Lorenzo Bernini’ye yaptırılan bu yapı, ilk başta papalık mahkemeleri için inşa edilmiştir. Ancak tamamlanması, mimar Carlo Fontana’nın katkılarıyla 1694 yılında gerçekleşmiştir.

Zaman içinde farklı amaçlarla kullanılan saray, 1871 yılında İtalya'nın birleşmesinden sonra Temsilciler Meclisi’nin (Camera dei Deputati) resmî binası hâline gelmiştir ve bugüne kadar da bu görevini sürdürmektedir. Barok ve neoklasik tarzların iç içe geçtiği bu yapı, sadece mimari zarafetiyle değil, aynı zamanda modern İtalya’nın siyasal kararlarının alındığı yer olmasıyla da önemlidir.

Montecitorio’nun ön cephesindeki antik Mısır'dan kalma obelisk ise Augustus döneminde Roma’ya getirilen bir güneş saati parçasıdır ve binanın tarihi köklerine mitolojik bir boyut katar. Bugün sarayın çevresi, hem politik atmosferi hissetmek isteyen ziyaretçileri hem de tarih meraklılarını kendine çeker.

Panteon: Tanrılara Adanmış Zamansız Bir Kubbe

Panteon: Tanrılara Adanmış Zamansız Bir Kubbe

Roma’nın kalbinde, Piazza della Rotonda’da yükselen Panteon, hem mimarî ustalığın hem de antik dünyanın ruhunun somutlaştığı bir yapıdır. İlk olarak MÖ 27 yılında Marcus Agrippa tarafından inşa edilen bu yapı, MS 2. yüzyılda İmparator Hadrianus döneminde bugünkü hâline kavuşmuştur. İsmini, "tüm tanrılara adanmış tapınak" anlamına gelen Yunanca “Pantheion” kelimesinden alır.

Panteon’un en etkileyici özelliği, 43 metrelik çapıyla hâlâ dünyanın en büyük takviyesiz beton kubbesine sahip olmasıdır. Kubbenin tepesindeki oculus (göz) ise yalnızca içeriye ışık almakla kalmaz, aynı zamanda gökyüzüyle kurulan mistik bir bağ gibidir. Yapının içindeki mükemmel oranlar ve sade ihtişam, hem bir mimarî mucizeyi hem de zaman karşısında nasıl dimdik durulabileceğini gösterir.

Antik Roma döneminde bir tapınak olan Panteon, 7. yüzyıldan itibaren kiliseye dönüştürülerek korunmuştur. İçinde İtalya’nın önemli sanatçılarından Rönesans ustası Raphael’in mezarı da bulunur. Sessiz taş duvarları, yüzyıllar boyunca imparatorların adımlarını, duaları, fısıltıları ve zamanın akışını kaydetmiştir.

Bugün Panteon, Roma'nın hem geçmişini hem de kalıcılığını hissedebileceğiniz nadir yerlerden biridir. Dışarıdan bakıldığında sade bir cepheyle karşılar sizi ama içine adım attığınızda, bir an için zaman kavramını yitirmeniz işten bile değildir.

San Luigi dei Francesi: Roma’da Bir Fransız Nefesi

San Luigi dei Francesi: Roma’da Bir Fransız Nefesi

Piazza Navona ile Pantheon arasında sessizce duran San Luigi dei Francesi Kilisesi, Roma’daki Fransız varlığının hem tarihî hem de sanatsal bir simgesidir. 1589 yılında tamamlanan bu kilise, Fransa’nın koruyucu azizi olan Aziz Louis’e adanmıştır ve o tarihten bu yana Fransız cemaatinin ibadet merkezi olarak hizmet vermektedir.

Kilisenin dış cephesi gösterişten uzak olsa da içeri adım attığınızda, göz alıcı barok süslemeler ve altın tonlar sizi hemen içine çeker. Ancak burayı asıl özel kılan, barok ustası Caravaggio’nun burada yer alan üç başyapıtıdır. San Matteo’ya (Aziz Matta) adanmış bu eserler — "Aziz Matta’nın Çağrılışı", "Aziz Matta ve Melek" ve "Aziz Matta’nın Şehit Edilişi" — kilisenin Contarelli Şapeli’nde yer alır ve Caravaggio’nun ışıkla gölge arasında kurduğu dramatik anlatımı nefes kesici şekilde yansıtır.

San Luigi dei Francesi, Roma’nın sessiz kalmış hazinelerinden biridir. Her ne kadar büyük meydanların ve anıtların gölgesinde kalsa da, içine giren herkesin zihninde yer edecek bir dinginliğe ve sanatsal derinliğe sahiptir.

Piazza Navona: Roma’nın Barok Sahnesi

Piazza Navona: Roma’nın Barok Sahnesi

Roma’nın en canlı ve teatral meydanı olan Piazza Navona, yüzyıllardır hem halkın eğlencesine hem de mimarî görkeme sahne oluyor. Meydanın uzun ve oval şekli, aslında MS 1. yüzyılda burada bulunan antik Domitianus Stadyumu’nun izlerini taşır. O dönem spor karşılaşmalarının yapıldığı bu alan, zamanla Roma’nın günlük yaşamının kalbine dönüşmüştür.

yüzyılda Barok sanatının altın çağını yaşadığı dönemde meydan, papalık emriyle dönüştürülmüş ve bugünkü ihtişamına kavuşmuştur. Ortasında Gian Lorenzo Bernini’nin eseri olan Dört Nehir Çeşmesi (Fontana dei Quattro Fiumi) yükselir. Nil, Ganj, Tuna ve Rio de la Plata’yı simgeleyen heykeller, hem sanatsal hem de sembolik anlamda dünyanın dört bir yanını bu meydanda bir araya getirir.

Meydanın çevresi ise Sant’Agnese in Agone Kilisesi gibi etkileyici yapılarla çevrilidir; her biri Roma’nın katman katman tarihine yeni bir pencere açar. Günümüzde ressamların, sokak müzisyenlerinin, kalabalık kafelerin ve gün batımına hayran kalmış gezginlerin buluştuğu bir açık hava tiyatrosu gibidir. Piazza Navona, Roma’da sadece tarih değil, hayatın ta kendisiyle karşılaştığınız nadir meydanlardan biridir. Burada zaman durmuş gibi değil, aksine zarafetle akıyor.

Vittorio Emanuele II Abidesi: Birliğin Mermerden Sembolü

Vittorio Emanuele II Abidesi: Birliğin Mermerden Sembolü

Roma'nın kalbinde, Piazza Venezia'nın tam ortasında yükselen Vittorio Emanuele II Abidesi, İtalya'nın birleşmesini simgeleyen devasa bir anıttır. Beyaz mermerden yapılmış bu yapı, 1885 yılında inşa edilmeye başlanmış ve 1911 yılında, İtalya Krallığı'nın ilk kralı Vittorio Emanuele II onuruna açılmıştır. İtalyan halkı arasında sıkça "Altare della Patria" yani "Vatan Sunağı" olarak da bilinir.

Anıt, sadece büyüklüğüyle değil, taşıdığı tarihî anlamla da etkileyicidir. Ön cephesindeki bronz atlı heykel, Vittorio Emanuele II’yi ulusun birleştiricisi olarak onurlandırır. Merdivenlerin tam ortasında yer alan Meçhul Asker Mezarı ise, I. Dünya Savaşı’nda kimliği belirlenemeyen askerler adına yapılmıştır ve önünde sürekli yanan bir alev, ulusal hafızanın canlı tutulduğunu simgeler.

Neoklasik mimarisiyle Roma’daki antik kalıntıların hemen yanında adeta bir modern çağ manifestosu gibi durur. Kimi zaman eleştirilse de, bu abide İtalyan ulusunun birlik mücadelesini mermer sütunlarla anlatır. Terasına çıktığınızda, Roma'nın hem antik hem de modern yüzünü kuşbakışı izleyebilir, tarih ile bugünün nasıl iç içe geçtiğini bir bakışta hissedebilirsiniz.

Roma Forumu: İmparatorluğun Nabzının Attığı Yer

Roma Forumu: İmparatorluğun Nabzının Attığı Yer

Bugün taş yığınları ve sütun kalıntıları olarak görünen Roma Forumu, zamanında Roma İmparatorluğu’nun siyasi, hukuki, dini ve ticari kalbinin attığı yerdi. MÖ 7. yüzyılda bataklık bir alanın kurutulmasıyla şekillenen bu bölge, yüzyıllar boyunca imparatorların kararlar aldığı, senatörlerin tartıştığı, halkın adalet aradığı ve tanrılarına kurbanlar sunduğu kutsal bir merkez oldu.

Forum, Roma’nın gelişimiyle birlikte genişledi ve her imparator kendi döneminde yeni tapınaklar, bazilikalar ve anıtlar ekleyerek bölgeyi zenginleştirdi. Saturn Tapınağı, Vesta Bakireleri Evi, Titus Kemeri ve Curia (Senato binası) gibi yapılar hâlâ ayakta kalan ve geçmişin ihtişamını fısıldayan kalıntılardan sadece birkaçıdır.

Burada yürürken, antik taşların arasından fısıldayan bir tarih duyarsınız; sanki Caesar’ın adımları hâlâ yankılanıyor, Marcus Aurelius’un konuşmaları rüzgârla birlikte taş duvarlarda dolaşıyor gibidir. Forum, sadece taşlardan oluşan bir harabe değil; Roma’nın kudretinin, çöküşünün ve yeniden doğuşunun sessiz tanığıdır.

Kolezyum: Roma’nın Efsanevi Arenası

Kolezyum: Roma’nın Efsanevi Arenası

Roma’nın kalbinde heybetiyle yükselen Kolezyum, antik dünyanın en büyük amfi tiyatrosu olarak zamana meydan okuyor. MS 70-80 yılları arasında İmparator Vespasianus ve oğlu Titus tarafından inşa edilen bu devasa yapı, yaklaşık 50 bin seyirci kapasiteli olup gladyatör dövüşleri, kamu gösterileri ve tiyatro oyunları için kullanılmıştır.

Yuvarlak formu, gelişmiş mühendislik teknikleri ve etkileyici mimarisiyle Kolezyum, Roma’nın güç ve ihtişamının somut bir simgesidir. Ancak bu ihtişamın arkasında, kimi zaman acımasız eğlencelerin, kimi zaman halkın politik gücünün sahnelendiği bir arenadır. Tarih boyunca birçok deprem ve tahribat görmesine rağmen, ayakta kalmayı başarmış olan Kolezyum, bugün dünya mirası olarak ziyaretçilerini büyülemeye devam ediyor.

Ziyaret ettiğinizde sadece taşların değil, bu taşların arasında yaşanmış sayısız hikayenin, mücadelelerin ve insanlık dramlarının da orada olduğunu hissedebilirsiniz. Kolezyum, Roma’nın kalbinde zamanın ötesinde bir deneyim sunar.

Sistina Şapeli: Sanatın ve İnancın Buluşma Noktası

Sistina Şapeli: Sanatın ve İnancın Buluşma Noktası

Vatikan’ın içinde, kentin karmaşasından uzak duran Sistina Şapeli, sadece dini bir mekan değil, insanlık tarihinin en büyük sanat eserlerinden birine ev sahipliği yapıyor. 1473-1481 yılları arasında Papa IV. Sixtus için inşa edilen şapel, adını da ondan alır. Ancak asıl ününü Michelangelo’nun 1508-1512 yılları arasında yaptığı tavan freskleri ve 1536-1541 arasında tamamladığı Son Yargı duvar resmi sayesinde kazanmıştır.

Tavanın ortasında insanın yaratılışını anlatan sahneler, hareket ve duygu dolu figürlerle doludur; her fırça darbesi adeta ilahi bir hikâyeyi gözler önüne serer. Michelangelo’nun dehası burada sadece teknik ustalık değil, derin bir inanç ve insan ruhunun karmaşıklığını yansıtan bir anlatım sunar.

Şapel, papaların seçildiği konklavların da gerçekleştiği kutsal bir mekân olması sebebiyle, sanat ve dinin iç içe geçtiği büyülü bir atmosfer yaratır. Ziyaret ettiğinizde, yüzyılların sessiz tanığı olan bu duvarların arasında hem insanlığın hem de inancın izlerini derinlemesine hissedebilirsiniz.

Aziz Petrus Bazilikası: Hristiyanlığın Kalbi

Aziz Petrus Bazilikası: Hristiyanlığın Kalbi

Vatikan’ın tam kalbinde yükselen Aziz Petrus Bazilikası, dünyanın en büyük ve en etkileyici kiliselerinden biridir. MS 4. yüzyılda inşa edilen ilk bazilika üzerine, 16. yüzyılda yeniden yapılmaya başlanmış ve 1626 yılında tamamlanmıştır. Bu görkemli yapı, Hristiyanlığın kurucularından Aziz Petrus’un mezarının üzerine inşa edilmiştir ve Katolik dünyasının ruhani merkezi olarak kabul edilir.

Michelangelo’nun tasarladığı devasa kubbe, bazilikanın siluetini Roma semalarına kazır. Bernini’nin muhteşem sütunlu meydanı, ziyaretçileri kucaklayan bir kollar gibi sarar. İçerideki sanat eserleri, freskler ve heykeller, binlerce yılın inanç ve sanat birikimini yansıtır.

Her yıl milyonlarca insan burada dua etmek, tarih ve manevi derinlik içinde yolculuk yapmak için bir araya gelir. Aziz Petrus Bazilikası, sadece bir mimari şaheser değil; inancın, sanatın ve tarihin kesiştiği kutsal bir buluşma noktasıdır.

Kutsal Melek Kalesi: Roma’nın Koruyucu Gözcüsü

Kutsal Melek Kalesi: Roma’nın Koruyucu Gözcüsü

Tiber Nehri’nin kıyısında heybetle yükselen Kutsal Melek Kalesi, başlangıçta MS 2. yüzyılda İmparator Hadrianus’un mozolesi olarak inşa edilmiştir. Zamanla savunma amaçlı bir kaleye dönüşen yapı, Orta Çağ’dan itibaren papaların sığınağı ve koruyucu kalesi olarak önemli bir rol oynamıştır.

Kaleye ismini veren heykel, 6. yüzyılda, Roma’yı veba salgınından koruduğuna inanılan başmelek Mikail’in göründüğü efsanesine dayanır. Kalenin içindeki labirent gibi geçitler ve zindanlar, tarih boyunca burada yaşanan siyasi entrikaların ve savunma stratejilerinin izlerini taşır.

Bugün Castel Sant’Angelo, müze olarak ziyaretçilere açılmış; Roma’nın tarihine farklı bir pencereden bakmak isteyenler için hem görkemli bir yapı hem de etkileyici bir müze deneyimi sunar. Nehir kıyısında gün batımını izlerken, kaledeki asırlık sessizliği hissetmek mümkün.

Chiesa Nuova di Santa Maria in Vallicella: Barok Rönesansının Parlayan İncisi

Chiesa Nuova di Santa Maria in Vallicella: Barok Rönesansının Parlayan İncisi

Roma’nın tarihi sokaklarında, kalabalığın biraz dışında saklı duran Chiesa Nuova di Santa Maria in Vallicella, Barok mimarinin zarif ve etkileyici bir örneğidir. 16. yüzyılda inşa edilen bu kilise, Roma Katolik Reformu’nun önemli simgelerinden biri olarak, Oratoryo Rahipleri’nin merkezi olmuş ve sanatla dolu iç mekanlarıyla dikkat çekmiştir.

Kilise, ünlü ressam Pietro da Cortona’nın muhteşem tavan freskleriyle bezenmiş olup, izleyeni adeta gökyüzüne doğru yükselten bir atmosfer yaratır. İç mekandaki sanat eserleri, dini duyguları güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda dönemin sanatsal canlılığını da gözler önüne serer.

Chiesa Nuova, Roma’daki dini ve sanatsal yaşamın kesiştiği nadir noktalardan biri olarak, hem huzur arayan ziyaretçiler hem de sanatseverler için eşsiz bir deneyim sunar.

Roma'da Nerede Ne Yenir?

Roma mutfağı, 'Cucina Romana' adıyla bilinen, basit ama lezzetli malzemelerle hazırlanan geleneksel yemekleriyle ünlüdür. 'Cacio e pepe' (peynir ve karabiberli makarna), 'Carbonara' (yumurta, guanciale/pancetta ve peynirli makarna), 'Amatriciana' (domates, guanciale ve peynirli makarna) ve 'Saltimbocca alla Romana' (adaçayı ve prosciutto sarılı dana eti) mutlaka denemeniz gereken spesiyalitelerdir. Roma'da yemek, sadece karın doyurmak değil, aynı zamanda kültürel bir deneyimdir. Küçük 'trattoria'ları ve 'osteria'ları keşfederek otantik tatlara ulaşabilirsiniz.

Önerilen Roma Mekanları ve Lezzetleri

Roma'nın zengin mutfağını deneyimleyebileceğiniz bazı otantik adresler:

  • Da Enzo al 29 (Trastevere): Trastevere'nin kalbinde yer alan, otantik Roma mutfağı sunan küçük ve popüler bir trattoria. Uzun kuyruklar olabilir, rezervasyon veya erken gidiş önerilir.
  • Roscioli (Şehir Merkezi): Hem bir fırın (Forno), hem bir deli (Salumeria), hem de bir restoran. Roma'nın en iyi 'pizza bianca'larından birini ve gurme şarküteri ürünlerini bulabilirsiniz. Restoran kısmı da oldukça kalitelidir.
  • Armando al Pantheon (Pantheon Yakını): Pantheon'a yürüme mesafesinde, geleneksel Roma yemeklerinin ustalıkla hazırlandığı köklü bir mekan. Klasik 'Carbonara' ve 'Amatriciana' için favoridir.
  • Trapizzino (Çeşitli Lokasyonlar): Sokak lezzetleri arayanlar için harika bir seçenek. Pizza hamurundan yapılmış koni şeklindeki ekmeklerin içine farklı Roma yemeklerinin doldurulduğu eşsiz bir atıştırmalık.
  • Giolitti (Pantheon Yakını): Roma'nın en eski ve ünlü dondurmacılarından biri. Geniş bir lezzet yelpazesi sunar, özellikle sıcak yaz günlerinde ferahlatıcı bir mola yeridir.

Roma'nın Meşhur Carbonara'sı

Roma'nın Meşhur Carbonara'sı
Guanciale, yumurta, peynir ve karabiberle hazırlanan klasik bir Roma makarnası.

Roma Usulü Enginar (Carciofi alla Romana)

Roma Usulü Enginar (Carciofi alla Romana)
Zeytinyağı, sarımsak ve nane ile pişirilmiş lezzetli Roma enginarı.